arşiv

yazılar buna göre etiketlendi; ‘inceleme’

Aklımda Ne Vardı Benim?

Pazar, 25 Tem 2010

Başlıktaki soruyu hemen hemen her gün kendime soruyorum. Özellikle hafta içleri yatmak üzereyken aklıma gelenleri (nedense hep yatmak üzereyken aklıma süper fikirler geliyor) devamlı sonraki akşamlarda daha uygun bir vakitte yapmak için bırakıyorum. Sonraki akşamlarda da ne yapacağımı unutuyorum ama nedense bir şeyler yapacağım aklımda kalıyor, o yüzden evin içinde kendime bu soruyu sorarak aval aval geziniyorum (mecazi anlamda, deli değilim yoksa 😉 ).

Neyse, uzun zamandır gecenin bir yarısı aklıma gelenlerden biri de buraya yeni bir yazı yazmak idi. Hayatta pek de sık olmayan şeyler oldu en son yazımdan bu yana geçen zamanda. Onun dışında normal sayılabilecek ama yine de buraya yazmak istediğim birkaç olay daha var tabii.

iremMertcanÖncelikle İrem’i Mertcan’la evlendirdik. 3 + 1 gün süren düğün bittiğinde kimsenin düğün lafını duyacak hali kalmamıştı herhalde. Son anda eklenen imam nikahı ile başlayan düğün merasimleri kına gecesi ve yemekli nikah ile devam etti, düğün ile son buldu. Yandaki fotoğraf da düğünden. Her düğünde yaşanılabilecek sıkıntılar haricinde bir sorun olmadan atlattık. Canım kardeşime ve eşine tekrardan bir ömür boyu mutluluklar diliyorum :).

Bu arada düğün için Türkiye’ye gittiğimi yazmama gerek yok herhalde. 1 hafta öncesinden gidip hazırlıklara elimden geldiği kadar yardım ettim (bolca şoförlük yaparak), düğünden sonraki salı günü de geri döndüm. Birkaç gün denize girme şansım da oldu ancak 3 yıldır hayalini kurduğum güzel bir deniz tatilini bu sene de yapamadan geri döndüm. Yıl sonuna kadar 10 gün daha izin hakkım var ama deniz tatili yapabileceğimden pek umudum yok. Artık önümüzdeki seneye inşallah diyorum.

Yeri gelmişken Selin’in Lufthansa ile yaşadığı tatsız olaydan da bahsedeyim: Selin, dersleri ve işi nedeniyle düğüne çarşamba günü gelebildi, pazar günü de geri döndü. Ama az daha Lufthansa’nın fazladan bilet satması yüzünden gelemiyordu. Bu da aslında başka bir yazı konusu, uzun uzun saydırmak istiyorum buradan Lufthansa’ya, o yüzden ayrıntıya girmeden geçiyorum şimdilik. Yine de “Aklımda ne vardı benim?” diyerek hiç hatırlayamama ihtimaline karşılık şu iki linki vereyim.

Şimdi biraz daha başa döneyim. Ege düğünlerinde adettendir, düğün sonunda zeybek oynanır. Başka istek gelmediği sürece gelin ve damat, daha sonra da yakın akrabalar harmandalı oynamaya kaldırılır, oynamak neredeyse zorunludur. Ben de  bu sebepten dolayı epeydir harmandalı öğreneyim istiyordum, sahneye çıkmak zorunda kalırsam mal gibi kalmayayım ortada diye. Nürnberg’de tabii zeybek öğretecek birisini bulmak pek mümkün değil. Selin de bir arkadaşı aracılığıyla Münih’te bir şeyler buldu ama kim gidecek, ne sıklıkla gidecek diye düşündüğümden “Ben bunu kendim öğrenirim” dedim. Hakikaten de çalışınca oldu. Aşağıdaki videoya baka baka az bir şey öğrendim, çıktığımda az çok oynuyormuş havası verebildim.

Edit: Youtube videosu uçmuş, yeni eklesem o da uçar belli olmaz; siz en iyisi youtube’da “Harmandalı Öğreniyorum” yazıp ona göre artık ne çıkarsa oradan bakın.

Sonuç da bu oldu:

EminHarmandali

Tekrar güncel olaylara dönüyorum. Uzuuun zamandır bir bilgisayarwall3-800x600 (daha) almayı düşünüyordum. Şu an bu yazıyı yazdığım dizüstüm 4 yıldır çekiyor kahrımı, diğer bilgisayarım Mac Mini sayesinde Mac OS X ile de tanışmış oldum, kendisini severek kullanıyorum. Ancak her ikisi de Intel ekran kartına sahipler ve bu nedenle eski oyunları bile oynatmıyorlar. Gerçi oyun oynamak için PS3 almıştım geçenlerde ama strateji olsun RPG olsun bol klavye kullanılan oyun türleri için PS3 maalesef çok uygun bir ortam değil. Ha bir de tabii yine yeni teknoloji merakım da yok değil, dizüstüme Windows 7 kuramadım, Mac in sabit diski de kendine ancak yetiyor. Zaten bir de zamanında Starcraft 2’nin geliştirildiğini duyduğumda “Bu oyun bana bilgisayar aldırır” demiştim, o olmasa Diablo 3 aldıracaktı zaten. Sonunda Starcraft 2’nin de yakında çıkacağını duyunca araştırmalarımı biraz daha yoğunlaştırdım. Önce dizüstü bilgisayarımı yenileyeyim demiştim ama sonra bundan vazgeçip bir kasa almaya karar verdim. Döndüm dolaştım yine Dell’in bir modelini (D00SX704) beğendim, sipariş ettim, gelmesini bekliyorum. Gönderim sistemleri çok yavaş ama yapacak bir şey yok. Bu arada ilk defa da AMD kullanmış olacağım. Unutmadan yazayım, günün birinde Dell’den bir sipariş verecek olursanız internetten mutlaka indirim kuponu arayın. Kampanyada olduğu için 380€ ucuzlamış bu kasayı internetteki 10 dakikalık araştırmam 50€ daha ucuzlattı. Dizüstü bilgisayarımı da bu sayede 750$ daha ucuza almıştım. Hatta siparişimden sonra Dell’in bana gönderdiği %10’luk kupon kodunu da buraya yazayım, bu aralarda Dell’den bir şeyler almak isteyen olursa kullansın (31 Temmuz’a kadar geçerli): V3Z7?$TGFHRQL7

İşte de keyfim yerinde bu aralar. Bana yetişemedikleri için yaptığım işin hızını düşürmek zorunda kaldım, rölantide çalışıyorum. Ayrıca birkaç gün önce şu anki çalışma modelimin 1 yıl daha devam edeceğini öğrendim. Yani yine PROFINET yeniliklerinin test edilebilmesi için gerekli olan mühendislik sistemini geliştirmeye devam ediyor olacağım. Şansım mı yaver gidiyor bu konularda bilmiyorum ama Almanya’ya geldim geleli çalıştığım projeler neredeyse her zaman türünün ilk örneği oldu. Bu da insana çalışmak için ayrı bir heves veriyor. Tek problemim şu anki işimi yanımda Türkiye’ye götüremeyecek olmamın verdiği küçük rahatsızlık. Ama zaten yaklaşık 2 yıl daha Almanya’da çalışmaya devam edeceğimden bunu şu an için o kadar da büyük bir sorun olarak görmüyorum.

İşte geçen haftanın bir diğer konusu ise hata kayıt sistemimizdi. Sisteme 1 milyonuncu kaydın düşmesini bekledik. Her ne kadar daha sonradan bu 1 milyon numaralı kaydın sistemde gerçekten 1 milyon kayıt bulunduğunu göstermediğini anlamış olsam da yine de birkaç gün heyecan yaptık, kime gidecek bakalım bu kayıt şeklinde konuştuk. Bu arada sistemi Siemens’in birçok projesinin yoğun bir şekilde kullandığını ve yıllardır açılan kayıt sayısının toplamının belki 1 milyon tane olmasa da yüzbinlerle ifade edilecek bir miktarda olduğunu söylemek gerek. Merak edenler için de sistemin Clearquest tabanlı olduğunu da yazayım.

Az daha unutuyordum. Bir dünya kupası daha geçti hayatımızdan. Ben de Almanya’da bulunduğum süre boyunca birkaç maç seyrettim. Maçları tahmin ettiğiniz gibi projektörümden yaptım diyecektim ki projektör aldığımı buraya yazmadığımı fark ettim. Hemen onu da araya sıkıştırayım:

DSC02863Şubat ortasından bu yana bir projektör sahibiyim. Panasonic AX200E modelin adı. Buğra sayesinde birkaç yıl önce tanışmış olduğum projektör keyfini artık evde yaşıyorum, oyunları büyük ekranda oynuyor, filmlerimi de burada seyrediyorum. Kendisine bir de Ikea’dan raf aldım, Playstation ve oyunlar ile birlikte oturma odasının uygun bir yerinde duruyorlar. Alttaki çekmeceden çıkan kablo da bilgisayara gidiyor film ihtiyaçları için. Teoride işi bittiği zaman kabloyu kaldırıp çekmeceye koymak, ortalıktaki kablo karmaşasını azaltmak da mümkün. Çekmeceleri aynı zamanda konsolun bilumum kontrolörleri vs. için de kullanıyorum. Neden LCD ekran değil diyenlere ben de zamanında öyle düşünüyordum ama ekran boyutunu görünce fikrim değişti diyorum. Bir diğer sebep de bu aleti dönerken Türkiye’ye getirebilecek olmam, ne de olsa ekrandan daha taşınabilir durumda. Unutmadan, projektörden çok memnunum, almak isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim.

Bunlar da ekrandan birkaç görüntü (Alman kanallarının internet üzerinden HD yayını sağ olsun):

DSC01654 DSC01658

Bilgisayar, Ivır zıvır , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yeni Oyuncaklarım (3)

Pazar, 29 Mar 2009

HTC Touch HD

Birkaç ay önce aldığım oyuncakların sonuncusu yeni cep telefonum HTC Touch HD. Artık yeni bile sayılmaz, yaklaşık dört aydır kullanıyorum aleti ama her zaman olduğu üzere ancak yazıyorum. Geçen yıl mayısta eski telefonum Sony Ericsson w810i’yi kaybettikten sonra yeni telefon arayışlarına giriştim. Bu arada yeri gelmişken, w810i’yi çok benimsemişim zamanında. Kaybettikten sonra çok defa aynı model telefonu gördüğümde ya da melodisini duyduğumda içimden bir ah çektim.

Genel anlamda istediğim bol özellikli büyük ekran dokunmatik bir telefondu.  Ancak o sırada iPhone daha Almanya’ya gelmemişti. Diğer seçenekler de birkaç hantal modelden ibaretti ve onları istemediğimi biliyordum. Bu nedenle bir süreliğine idare etmesi için eBay’den 65€’ya iki hafta kullanılmış başka bir telefon aldım ve beklemeye başladım.

Genel olarak 2. nesil bir iPhone özellikleri (dokunmatik ekran, gps, ekran boyutu, cihaz ebatı vs.) isteklerimi karşılayacak gibiydi. Ancak iPhone’da GPS uygulaması olarak Google Map kullanılması pek hoşuma gitmedi. Google Map tabii ki çok iyi bir uygulama, ancak araçlarda kullanılan GPS cihazlarına oranla daha eksik olduğu noktalar var. Örneğin daimi olarak 2 boyutlu bir görünüm sunuyor. Dönülecek yerlerde herhangi bir uyarı vermiyor. Yanlış bir yere sapıldığında kendini tekrardan ayarlayabilme özelliği de eksik. Ayrıca harita bilgilerini devamlı internetten çekmesi bana uymuyor. Bir internet paketi alacaktım tabii ki ama olası Almanya dışı seyahatlerde bu paket geçersiz olacağından Google Map’i kullanamayacaktım. Apple Store’da da o zaman daha iyi özellikler sunan bir navigasyon uygulaması yoktu daha (hala da yok sanırım).

İkinci sıkıntılı özellik de cihazın kendi yazılım geliştirme kitine sahip olması ve bu geliştirme kitinin yalnızca ücretli edinilebiliyor olması idi. Ücretsiz bir uygulama geliştirilmesi durumunda bile bu paketin bir kere alınması gerekiyordu ve ücreti de 100$’dan başlıyordu. Tabii bu durum orijinal iPhone uygulamaları için geçerli. JailBreaklerdeki durumdan emin değilim. Hoş, telefonum için süper bir uygulama geliştireyim diye planlarım olmadı şimdiye kadar, ama yine de öyle bir şey istemem durumunda bunu ücretsiz olarak yapabilecek olmak güzel bir şey.

Neyse, gelelim tercihime. Birkaç ay süren beklemenin ardından tam da istediğim gibi bir telefon çıkacağını öğrendim. HTC Touch HD bu üstte saydığım kötü özelliklerden arındırılmıştı. Google Map ile gelmekle birlikte sonradan Windows Mobile için halihazırda var olan diğer birçok navigasyon uygulaması da kullanılabiliyor. İstenildiği zaman da .NET ya da Java ile de istenilen uygulama yazılabilecek durumda. Diğer pozitif yanları oldukça şık olması, güzel ve ince bir kılıfla gelmesi ve kılıfının ekranı silmek için kullanılabilmesi, özellikle açık havalarda çok iyi çekimler yapan 5 MP lik bir kameraya sahip olması gösterilebilir. Standart kulaklık girişi sayesinde istenilen kulaklıkla da kullanılabilme özelliği var. HTC’nin Windows Media üzerine kurduğu Touch Flo da oldukça kullanışlı.

Telefonun eksileri de yok değil. Rezistif bir dokunmatik ekrana sahip olması aletin dokunmatik değil de basmatik kullanılabilmesine sebep oluyor. Gerçekten genellikle telefonun komutları anlayabilmesi için ekranın ilgili kısmına küçük de olsa bir kuvvet uygulanması gerekiyor. Eski telefonumdan alışıp da bunda aradığım bir diğer özellik de müzik dinlerken şarkı değiştirmek için kullanılabilecek olan özel tuşlar. HTC HD’de ses kontrol tuşları var ama şarkıların değiştirilmesi sadece ekran üzerinden gerçekleştirilebiliyor. Bu da örneğin internette gezinip aynı anda müzik dinlerken çıkan şarkıyı beğenmediğimde önce tarayıcıyı küçültmem, sonra müzik ekranına gitmem, ekranın yüklenmesini beklemem, tek bir değiştir tuşuna basmam ve tarayıcıyı tekrardan açmam demek oluyor. HTC bu eksiği usb portundan bağlanan bir müzik aksesuarıyla gidermeye çalışmış ama cihazın kendinden böyle bir desteğinin olmaması üzücü. Bir diğer kötü nokta ise zaman zaman sistemin donması. Bu sanırım bir firmware hatasından kaynaklanıyor ama daha güncelleme arayıp kurma şansım olmadı, belki giderilmiş olabilir. Son kötü noktası ise fiyatı. Aldığımda 605€ idi, şu an ise 597€ imiş Amazon’da.

Telefonun bütün iyi ya da kötü yanları bu saydıklarım değil tabii ki. Bunlar sadece benim özellikle yazmak istediklerim. Dört aylık bir kullanım sonucunda iyi ki almışım diyebilirim. Bu tarz telefon alacak olursanız bakmadan geçmeyin.

Ivır zıvır , ,

Yeni Oyuncaklarım (1)

Pazar, 01 Şub 2009

Mini Bilgisayar Mac Mini

En son yazımdan birkaç gün önce kendime bir Mac Mini aldım. Bunun haberini vermeyi ve kısa bir inceleme yazısı yazmayı aleti biraz kurcaladıktan sonra yapmak istemiştim. Kısmet şimdiyeymiş.

Aleti alırkenki ilk amacım Mac dünyasına bir giriş yapmaktı açıkçası. Amerika’da bu kadar çok kullanılan bir bilgisayarı ve işletim sistemini merak ediyordum. Geri kalan parçalar zaten mevcut olduğu için sadece bir kasa almak yetecekti, ben de öyle yaptım. İzlenim olarak sunu söyleyebilirim: Yeni başlayan bir bilgisayar kullanıcısını ilk olarak bir Mac başına oturtursanız kişinin bilgisayara alışması, hatta onunla rahatça çalışması için gereken süre bir Windows’un çok altında olacaktır. İşletim sisteminde her şey yerli yerinde, işler olması gerektiği gibi yürüyor. Fotoğraf ve müzik yazılımları Windows muadillerinin aksine gerçekten ihtiyacı iyi bir şekilde karşılıyorlar. Bunların haricinde daha yaratıcılığınızı ortaya çıkarması için birçok uygulama sistemde kurulu geliyor. Var olan uygulamaların yetmediği durumlarda indirdiğiniz birçok yardımcı programı sürükle bırak kadar kolay bir şekilde sisteminize kurabiliyor, kullanmayacağınız bir yazılımı da aynı hızla çöp kutusuna bırakıp silebiliyorsunuz (Yine de her yazılımın ayni paketleme sistemini kullanmadığını, o yüzden bazen Windows benzeri kurulum ekranlarıyla karşılaşabileceğimizi de belirtmek gerek).

Bilgisayarı müzik seti olarak da kullandığım için paketten çıkan uzaktan kumandası da çok işime yarıyor. Kullanım kolaylığı konusunda söyle bir örnek verip kapatayım: Birkaç gün önce Nazilli’deki bilgisayara uzaktan erişebilmek için TeamViewer uygulamasının kurulum dosyasının linkini babama gönderdim. Babam linki açıp dosyayı indirdi, ama her nasılsa dosyanın nereye indirilmiş olduğunu bir türlü bulamadı. Halbuki Mac’te bir dosya indirdiğiniz zaman sağ altta duran Downloads yığıtı (stack) indirme bittiğinde hoplayıp zıplayarak kendini belli ediyor, bu sayede dosyayı nereye indirdiğiniz konusunda herhangi bir şüphe kalmıyor.

Programlama kısmına gelirsek, maalesef bu konuda çok fazla bir tecrübem olmadı şimdilik. Aslında yazının bu zamana kadar sarkmasının sebeplerinden biri de öncelikle Mac’in programlama araçlarını kurup en azından bir Hello World yazmak istememdi. Geçenlerde programlama paketini indirdim, ama daha kurup kurcalama fırsatım olmadı. Yanlış hatırlamıyorsam pakette oldukça güncel bir gcc bulunuyordu. Zaten Java desteği her şekilde var. Bir arkadaşın Eclipse kullandığını da görmüştüm.

Bütün bunların yanında, Mac’in kendine has bazı zorlukları da yok değil. Bu zamana kadar kullanmış olduğum işletim sistemlerinde klavye kısayolları hep birbirinin aynısı idi. Mac’e geçince o nedenle biraz bocaladım. Kısayolların çoğunun farklı kombinasyonlara sahip olmasının yanında klavyedeki küçük farklılıklar başta problem olabiliyor. İki tuşa basarak yaptığım işlemlerin birçoğu artık o iki tuşla yapılmadığı için istediklerimi yapabilmek genelde daha uzun bir zaman alıyor. Ama bunun Mac’in suçu olduğunu düşünmüyorum; her işletim sisteminde kısayollar aynı olmak zorunda değil. Bir süre kullanımdan sonra yeni kısayollara da alışılıyor zaten.

Bazılarımıza zorluk olarak gelebilecek ikinci durum ise alışılan uygulamaların bulunamaması olabilir. Genel anlamda kullanılan birçok yazılımın Mac muadilleri bulunuyor. Ancak sıklıkla kullanılan birçok uygulamanın Mac sürümleri de var. Firefox, Microsoft Office, Openoffice.org, Windows Live Messenger ve Skype ilk aklıma gelen Mac desteğine sahip yazılımlardan. Ayrıca Windows altında oynanan birçok oyunun Mac sürümleri de mevcut. Yine de diğer işletim sisteminde kullandığınız her yazılımın Mac’te karşılığı olmasını beklemeyin.

Sıkıntı verici bir diğer durum da fiyat konusunda. Aslında bu durum Maclerin tamamı için söylenebilir. Aletler güzel, süper şıklar, kullanımları da çok kolay. Ancak karşılık olarak fiyat konusunda yukarılarda geziniyorlar. 550€’ya alınan bir Mac Mini yerine aynı işi daha kaba ve gürültülü olsa da çok daha ucuza bir PC’ye yaptırabilirsiniz. (Yaparken biraz daha uğraşmanız gerekebilir gerçi.) Ya da aynı fiyata daha güçlü bir PC alıp daha farklı amaçlar için de kullanabilirsiniz. Hiç değilse şu anki Mac Minilerdeki uyduruk Intel ekran kartının yerine bir Nvidia ya da ATI ekran kartı alıp çok güncel olmamak kaydıyla birçok oyunu oynayabilirsiniz. Ya da 400€ civarlarında gezinen bir PS3 alıp hem en yeni oyunları oynar, hem BD filmleri seyreder, hem de içine Linux kurup aleti bir bilgisayar gibi kullanabilirsiniz. Bu arada yeri gelmişken, birkaç hafta önce PS3 de aldım bir tane. O da bir sonraki yazının konusu…

Bilgisayar , , ,

Pardus

Çarşamba, 08 Mar 2006

Dün gece yüklenebilir sürümü çıktığından beri düşündüğüm işi yaptım ve bilgisayarıma denemek için Pardus yükledim. Bilgisayaradaki yeri zaten hazırdı, ders için kullandığım ve dersi geçtiğimden tekrar kullanmayı düşünmediğim Fedora Core 1 bölümü, üzerine Pardus yüklenmek için bekliyordu.

Kurulum oldukça kolaydı. Pardus programlama ekibi gerçekten çok iyi iş çıkarmış, özellikle linux ile yeni tanışacak olanlar neredeyse hiçbir ekstra ayar yapmadan Pardus’u yükleyebilecek. Yalnız ben mi görmedim, yoksa gerçekten yok muydu bilmiyorum, yüklenecek olan paketleri seçme gibi bir şansımız yok sanırım. Grub önyükleyicisi de windowsu çok kolay bir şekilde gördü, hatta görmekten fazlasını yapıp windowsun kullanabileceği tüm disk bölümlerini windows olarak gösterdi :-). Tek problem Grub’un Fedora Core 4′ü görememesi. Onu da ilk açılışta düzenledim.

Kurulumdan sonra kullanıma geçince ilk bakışta dikkatimi çeken nokta, Pardus’un ekranımı tanıyamamasından herhalde, çözünürlük ile ilgili problemi olmasıydı.Görüntü ayarlarında çözünürlük olarak 1280×1024 de yoktu malesef, ama bu pek bir problem oluşturmadı aslında, nvidia paketlerini kurarak sorunu hallettim.

Devamını başka bir yazıda yazayım :-).

Bilgisayar , ,