Aklımda Ne Vardı Benim?
Başlıktaki soruyu hemen hemen her gün kendime soruyorum. Özellikle hafta içleri yatmak üzereyken aklıma gelenleri (nedense hep yatmak üzereyken aklıma süper fikirler geliyor) devamlı sonraki akşamlarda daha uygun bir vakitte yapmak için bırakıyorum. Sonraki akşamlarda da ne yapacağımı unutuyorum ama nedense bir şeyler yapacağım aklımda kalıyor, o yüzden evin içinde kendime bu soruyu sorarak aval aval geziniyorum (mecazi anlamda, deli değilim yoksa 😉 ).
Neyse, uzun zamandır gecenin bir yarısı aklıma gelenlerden biri de buraya yeni bir yazı yazmak idi. Hayatta pek de sık olmayan şeyler oldu en son yazımdan bu yana geçen zamanda. Onun dışında normal sayılabilecek ama yine de buraya yazmak istediğim birkaç olay daha var tabii.
Öncelikle İrem’i Mertcan’la evlendirdik. 3 + 1 gün süren düğün bittiğinde kimsenin düğün lafını duyacak hali kalmamıştı herhalde. Son anda eklenen imam nikahı ile başlayan düğün merasimleri kına gecesi ve yemekli nikah ile devam etti, düğün ile son buldu. Yandaki fotoğraf da düğünden. Her düğünde yaşanılabilecek sıkıntılar haricinde bir sorun olmadan atlattık. Canım kardeşime ve eşine tekrardan bir ömür boyu mutluluklar diliyorum :).
Bu arada düğün için Türkiye’ye gittiğimi yazmama gerek yok herhalde. 1 hafta öncesinden gidip hazırlıklara elimden geldiği kadar yardım ettim (bolca şoförlük yaparak), düğünden sonraki salı günü de geri döndüm. Birkaç gün denize girme şansım da oldu ancak 3 yıldır hayalini kurduğum güzel bir deniz tatilini bu sene de yapamadan geri döndüm. Yıl sonuna kadar 10 gün daha izin hakkım var ama deniz tatili yapabileceğimden pek umudum yok. Artık önümüzdeki seneye inşallah diyorum.
Yeri gelmişken Selin’in Lufthansa ile yaşadığı tatsız olaydan da bahsedeyim: Selin, dersleri ve işi nedeniyle düğüne çarşamba günü gelebildi, pazar günü de geri döndü. Ama az daha Lufthansa’nın fazladan bilet satması yüzünden gelemiyordu. Bu da aslında başka bir yazı konusu, uzun uzun saydırmak istiyorum buradan Lufthansa’ya, o yüzden ayrıntıya girmeden geçiyorum şimdilik. Yine de “Aklımda ne vardı benim?” diyerek hiç hatırlayamama ihtimaline karşılık şu iki linki vereyim.
Şimdi biraz daha başa döneyim. Ege düğünlerinde adettendir, düğün sonunda zeybek oynanır. Başka istek gelmediği sürece gelin ve damat, daha sonra da yakın akrabalar harmandalı oynamaya kaldırılır, oynamak neredeyse zorunludur. Ben de bu sebepten dolayı epeydir harmandalı öğreneyim istiyordum, sahneye çıkmak zorunda kalırsam mal gibi kalmayayım ortada diye. Nürnberg’de tabii zeybek öğretecek birisini bulmak pek mümkün değil. Selin de bir arkadaşı aracılığıyla Münih’te bir şeyler buldu ama kim gidecek, ne sıklıkla gidecek diye düşündüğümden “Ben bunu kendim öğrenirim” dedim. Hakikaten de çalışınca oldu. Aşağıdaki videoya baka baka az bir şey öğrendim, çıktığımda az çok oynuyormuş havası verebildim.
Edit: Youtube videosu uçmuş, yeni eklesem o da uçar belli olmaz; siz en iyisi youtube’da “Harmandalı Öğreniyorum” yazıp ona göre artık ne çıkarsa oradan bakın.
Sonuç da bu oldu:
Tekrar güncel olaylara dönüyorum. Uzuuun zamandır bir bilgisayar (daha) almayı düşünüyordum. Şu an bu yazıyı yazdığım dizüstüm 4 yıldır çekiyor kahrımı, diğer bilgisayarım Mac Mini sayesinde Mac OS X ile de tanışmış oldum, kendisini severek kullanıyorum. Ancak her ikisi de Intel ekran kartına sahipler ve bu nedenle eski oyunları bile oynatmıyorlar. Gerçi oyun oynamak için PS3 almıştım geçenlerde ama strateji olsun RPG olsun bol klavye kullanılan oyun türleri için PS3 maalesef çok uygun bir ortam değil. Ha bir de tabii yine yeni teknoloji merakım da yok değil, dizüstüme Windows 7 kuramadım, Mac in sabit diski de kendine ancak yetiyor. Zaten bir de zamanında Starcraft 2’nin geliştirildiğini duyduğumda “Bu oyun bana bilgisayar aldırır” demiştim, o olmasa Diablo 3 aldıracaktı zaten. Sonunda Starcraft 2’nin de yakında çıkacağını duyunca araştırmalarımı biraz daha yoğunlaştırdım. Önce dizüstü bilgisayarımı yenileyeyim demiştim ama sonra bundan vazgeçip bir kasa almaya karar verdim. Döndüm dolaştım yine Dell’in bir modelini (D00SX704) beğendim, sipariş ettim, gelmesini bekliyorum. Gönderim sistemleri çok yavaş ama yapacak bir şey yok. Bu arada ilk defa da AMD kullanmış olacağım. Unutmadan yazayım, günün birinde Dell’den bir sipariş verecek olursanız internetten mutlaka indirim kuponu arayın. Kampanyada olduğu için 380€ ucuzlamış bu kasayı internetteki 10 dakikalık araştırmam 50€ daha ucuzlattı. Dizüstü bilgisayarımı da bu sayede 750$ daha ucuza almıştım. Hatta siparişimden sonra Dell’in bana gönderdiği %10’luk kupon kodunu da buraya yazayım, bu aralarda Dell’den bir şeyler almak isteyen olursa kullansın (31 Temmuz’a kadar geçerli): V3Z7?$TGFHRQL7
İşte de keyfim yerinde bu aralar. Bana yetişemedikleri için yaptığım işin hızını düşürmek zorunda kaldım, rölantide çalışıyorum. Ayrıca birkaç gün önce şu anki çalışma modelimin 1 yıl daha devam edeceğini öğrendim. Yani yine PROFINET yeniliklerinin test edilebilmesi için gerekli olan mühendislik sistemini geliştirmeye devam ediyor olacağım. Şansım mı yaver gidiyor bu konularda bilmiyorum ama Almanya’ya geldim geleli çalıştığım projeler neredeyse her zaman türünün ilk örneği oldu. Bu da insana çalışmak için ayrı bir heves veriyor. Tek problemim şu anki işimi yanımda Türkiye’ye götüremeyecek olmamın verdiği küçük rahatsızlık. Ama zaten yaklaşık 2 yıl daha Almanya’da çalışmaya devam edeceğimden bunu şu an için o kadar da büyük bir sorun olarak görmüyorum.
İşte geçen haftanın bir diğer konusu ise hata kayıt sistemimizdi. Sisteme 1 milyonuncu kaydın düşmesini bekledik. Her ne kadar daha sonradan bu 1 milyon numaralı kaydın sistemde gerçekten 1 milyon kayıt bulunduğunu göstermediğini anlamış olsam da yine de birkaç gün heyecan yaptık, kime gidecek bakalım bu kayıt şeklinde konuştuk. Bu arada sistemi Siemens’in birçok projesinin yoğun bir şekilde kullandığını ve yıllardır açılan kayıt sayısının toplamının belki 1 milyon tane olmasa da yüzbinlerle ifade edilecek bir miktarda olduğunu söylemek gerek. Merak edenler için de sistemin Clearquest tabanlı olduğunu da yazayım.
Az daha unutuyordum. Bir dünya kupası daha geçti hayatımızdan. Ben de Almanya’da bulunduğum süre boyunca birkaç maç seyrettim. Maçları tahmin ettiğiniz gibi projektörümden yaptım diyecektim ki projektör aldığımı buraya yazmadığımı fark ettim. Hemen onu da araya sıkıştırayım:
Şubat ortasından bu yana bir projektör sahibiyim. Panasonic AX200E modelin adı. Buğra sayesinde birkaç yıl önce tanışmış olduğum projektör keyfini artık evde yaşıyorum, oyunları büyük ekranda oynuyor, filmlerimi de burada seyrediyorum. Kendisine bir de Ikea’dan raf aldım, Playstation ve oyunlar ile birlikte oturma odasının uygun bir yerinde duruyorlar. Alttaki çekmeceden çıkan kablo da bilgisayara gidiyor film ihtiyaçları için. Teoride işi bittiği zaman kabloyu kaldırıp çekmeceye koymak, ortalıktaki kablo karmaşasını azaltmak da mümkün. Çekmeceleri aynı zamanda konsolun bilumum kontrolörleri vs. için de kullanıyorum. Neden LCD ekran değil diyenlere ben de zamanında öyle düşünüyordum ama ekran boyutunu görünce fikrim değişti diyorum. Bir diğer sebep de bu aleti dönerken Türkiye’ye getirebilecek olmam, ne de olsa ekrandan daha taşınabilir durumda. Unutmadan, projektörden çok memnunum, almak isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim.
Bunlar da ekrandan birkaç görüntü (Alman kanallarının internet üzerinden HD yayını sağ olsun):