arşiv

yazılar buna göre etiketlendi; ‘gezi’

Güncelleme – Ocak 2011

Pazar, 16 Oca 2011

Efendim son yazımdan bu yana yine boş durmadım. Acısıyla tatlısıyla aklımda kalanlar şöyle:

Projemin yıl sonu toplantısında uzunca bir sunum yaptım. Tia-Portal’da yaptığım geliştirmelerin otomasyon sisteminin performansına ne derece etkisi olduğunu çeşitli projeler aracılığı ile test etmiştim. Öncelikle bunu sundum. Daha sonra da geliştirilen her bir özelliğin o sırada açık bulunan herhangi bir projede kullanılıp kullanılmadığını anlamanın yöntemlerini ve bu özelliklerin projelerde nasıl aktive edilebileceklerini anlattım. Firmware tarafında çalışan ezici çoğunluk da benim Tia-Portal’da geliştirdiğim özellikleri cihazlara kazandırmak için uğraşıyorlar. Bir yıldır üzerinde çalıştığımız özelliklerin sisteme neler kattığını açıkça görebilmek onları da mutlu etti. Bir kısmı da özelliklerin aktive edilme yollarını birinci elden öğrendikleri için memnundu, bu sayede istedikleri testleri daha rahat yapabileceklerdi. Bu sunumun bana da faydası oldu. Almanya’daki ilk sunumumu Almanca olarak yapmış oldum. Projenin genelinden farklı bir konumda çalıştığım için yüzümün tanınırlığı diğer kişilere oranla daha az idi, sunum sayesinde bunu arttırdım. Ayrıca evosoft ve evoline’a projem hakkında anlatabileceğim bir şeyim olmuş oldu. Hakkımdaki olumlu izlenimlerin artmasının bir gün bana faydası olacağı inancındayım. Ayrıca sunumun bir diğer faydası ise normalde çok fazla ilgilenmediğim performans ile ilgili değerlere daha hakim olmamı sağlamasıydı.

Geçtiğimiz günlerdeki bir diğer olay da Selin, İrem ve Mertcan ile yaptığımız İtalya gezisi idi. Gezinin Roma ayağında Buğra ve Necip de zaman zaman bize eşlik etti. Şirketteki hemen herkes bu süre içinde tatile çıktığından ve belki de alışkanlıktan bu sene izin günleri açısından pek bir faydası olmasa da Noel haftasını yine tatilde geçirdik. Başlangıcı biraz sıkıntılı oldu, Milano’ya gecikmeli inince Sixt’in arabamızı başkasına vermiş olduğunu öğrendik. Uçuş numarasının daha önceden bildirilmemesi durumunda Sixt ofisleri rezervasyonda belirtmiş olduğunuz saatten sonra en fazla 1 saat içinde arabayı almanızı bekliyormuş, bunu da acı bir şekilde tecrübe ettik. Peugeot 308 sınıfı bir araç rezerve etmiştik, içine biraz zor sığdığımız bir Fiat Panda ile yetinmek durumunda kaldık. Belki İtalya şehir trafiğinde aracın küçüklüğü iyi bile oldu ama herhalde yine bir tercihte bulunacak olsam bugün de daha büyük bir aracı tercih ederdim. Geziye 25 Aralık’ta Milano’da başladık, sırasıyla Venedik, Floransa, Pisa, Siena, Roma, Pompei ve Napoli’yi gezdik, 2 Ocak’ta da Roma’da bitirdik. Şehir gezileri, en azından Avrupa içindekiler bana artık o kadar da zevk vermiyor. İlk başlarda epey hevesliydim ama artık içinde güneş, deniz ve dalıştan en az birinin olduğu tatilleri daha çok sevdiğimi fark ettim. Yine de tam o sıralarda -15 leri görmüş olan Nürnberg’de kalmaktansa sıcak denizlere inmiş olmak güzeldi.

Geziyle ilgili birkaç anı da şöyle:

  • Bir keresinde hava alanında aynı uçağa binecekken karşılaştığım Çağıl ile bu sefer de Coloseum’da karşılaştık. Bu nedenle kendisini bundan sonra beklenmedik yerlerde karşılaştığım arkadaşım olarak hatırlayacağım :).
  • Aslında Napoli ve Pompei gezinin orijinal planına dahil değildi. Daha sonradan Roma’da gezilecek yerler erken bittiğinden plana son gün dahil oldu. İyi de oldu, bu sayede içimizdeki oraya ait merakı da gidermiş olduk. Yalnız Napoli tam anlamıyla varoş bir şehir imiş, insan şehirde bulunduğu sürece kendini tam güvende hissetmiyor. 1 Ocak’ta gitmek de işin tuzu biberi oldu, açık bir pizzacı bile bulamadık, İtalya’nın pizzasıyla en ünlü şehrinde pizza yiyememiş olduk.
  • Gezinin ayarlamalarını yapan kişi olarak kendimi daha bir sorumlu hissettim. O nedenle diğer gezilerime oranla mental açıdan daha az bir rahatlama oldu. Aklım da o sırada Türkiye’de idi (sonraki paragrafta nedeni var), bu da bir etken olmuş olabilir.
  • Yılbaşına Roma’da girdik. Çok etkileyici bir havai fişek gösterisinin yanında sokaklarda da o kadar çok patlayıcı kullanıldı ki gözlerinizi kapatsanız kendinizi cephede hissedebilirdiniz.
  • Gezilerde normalde yürüyüş sırasında harita ihtiyacı olduğu zaman şu ana kadar Tomtom’u kullanıyordum ama açıkçası kendisinden çok da memnun değildim. Aklımda hep çevrimdışı Google haritalarını kullanan bir uygulama kullanmak vardı ama o zamana kadar bu işi Windows Mobile’da yapan bir uygulamanın varlığından haberdar değildim. Sonunda geziden bir gün önce böyle bir uygulamanın varlığından haberdar oldum. Ücretsiz uygulamanın adı NaviComputer, sitesi de şu. Sitede bilgisayara kurulup istenilen haritayı indirmenizi sağlayan bir uygulama da var. Uygulamada varsayılan olarak opensteetmap haritalarını indirme seçeneği açık olarak geliyor, Google gibi diğer harita siteleri için ne yapılması gerektiğini şu adresten öğrenebilirsiniz.

Bu güncellemenin son olayı maalesef pek hoş bir haber değil. Yaklaşık 1 aydır durumu çok iyi olmayan dedemi 3 Ocak’ta kaybettik. Kendisi epeydir hastaydı, bir dizi diğer problemin yanında solunum ve dolaşım sıkıntıları vardı. 20 gün kadar hastanede kaldı, ancak hastanenin çabaları da bir yere kadar yardımcı olabildi. Haberi alır almaz Denizli’ye gittim. 9 Ocak’a kadar oradaydım, sonra da tekrar Almanya’ya geri döndüm. Hastaneye giriş yapıldığı andan itibaren doktorumuz her şeye karşı hazırlıklı olmamız gerektiğini söylemişti, yani beklenmedik bir son değildi bu. Yine de insan üzülüyor.

Be seferlik de bu kadar…

Bilgisayar, Ivır zıvır , , , , , , , , , , , , , , ,

2010 Bahar Gezileri

Pazartesi, 07 Haz 2010

Almanya’da yılın en bol tatilli zamanını geride bıraktık. Mayıs başı ile haziran başı arası 3 gün tatil oluyor burada. Bu 3 günün ikisi perşembe, biri de pazartesi günleri yapılıyor İsteyen daha önceki fazla mesai saatlerini kullanarak, isteyen de cuma günü tek günlük izin alarak uzun haftasonu tatilleri elde edebiliyor. Sonuç olarak toplamda iki kere 4 günlük, bir kere de 3 günlük bir tatil çıkıyor ortaya.

Ben de bu sene geçtiğimiz cumayı fazla mesailerimden düşerek tatil ilan ettim. 22 – 24 Mayıs arasındaki 3 günlük tatilde ve bunda iki farklı şehir gezisi yaptık. Gezilerin ilki Brüksel, Brügge ve Lüksemburg, ikincisi ise Berlin ve Dresden’e idi. Neden diye soranlara 2 farklı cevabım var: İlk gezinin o şehirlere yapılmasının sebebi Buğra’nın Avrupa’da büyük şehirlerden sadece Brüksel’i görmediğini söylemesi idi. Hazır Brüksel’e gitmişken 100 km uzaklıktaki Brügge’ü de görelim dedik. Dönüş yolunu da Lüksemburg üzerinden geçecek şekilde ayarladık. Burada ilk geziyi araba kiralayarak ve 3 şoförle yaptığımızı da yazmam gerekiyor. İkinci gezi de Selin’in şehir gezisi isteği sonucu şekillendi. Bir süre önce bu tatil için Berlin ve Dresden’e gidebiliriz demiştim ama daha sonradan cayar gibi oldum. Yanıma diğer şoförleri alabiliyor olsam amaç aslında kendimi Akdeniz kıyılarına atmaktı ama diğer şoförler caydı, uçakla hazır deniz gezisi paketleri de hem pahalıydı hem de Selin’in vetosuna takıldı. O nedenle yine en baştaki plan olan Berlin ve Dresden’e geri döndük.

Gezilerden de kısaca bahsedeyim, hatta şehir şehir yazayım:

Brüksel: 2004’te ailecek gittiğimiz gün resmi tatilleri vardı, akşam şansımıza büyük bir havai fişek gösterisine tanık olmuştuk. Bu sefer de çeşitli grupların bulunduğu bir geçit törenine şahit olduk. Farklı yaş gruplarından farklı kimseler, değişik maske ve gösterilerle şehirde yürüyorlardı. Bu sefer de böyle bir şeye denk geldiğimden “bu adamlara her gün mü bayram acaba?” diye düşünmedim değil. Bir de otel şansımıza Türk mahallesindeydi, herkes Kreuzberg’in tam Türk mekanı olduğunu söyler, ama orası Türk mekanıysa Brüksel’deki Türk mahallesine Türkiye’den bir şehir dememiz gerekir herhalde. Gece 11’de açık market bulabilmemiz bunun bir kanıtı olabilir mesela.

Brügge: Güzel bir şehir, güzel bir bahar günü geçirmek için iyi bir alternatif. Kanallar sebebiyle kendine özgü bir havası var şehrin. Belçika genelini ilgilendiriyor gerçi ama buraya yazayım: Adamların çikolatasına hiçbir sözüm yok, cidden işlerini biliyorlar. Patates kızartması konusunda da iyiler, zaten “French Fries” lafı 2. Dünya Savaşı’nda Fransızca konuşan Belçikalıların patates kızartmalarından geliyormuş. Ancak waffle konusunda aynı şeyi söylemek güç. Onun yerine Güneş’ten ya da Ab’bas’tan yeyin waffle ınınzı, Belçika’dakiler ağır oluyormuş.

Lüksemburg: Dağ başında bol yeşillikli bir şehir. Tek meydanı bile birkaç restoran alabilecek büyüklükteydi, insanlar da zaten oraya toplanmış, başka yerlerde in cin top oynuyordu. Ha bir de dağı oyup savaşlarda orada saklanmışlar ama şu an müze olan sığınaklara girmedik, öğle yemeği ve biraz dolaşmanın ardından devam ettik yolumuza. Almanya’ya girmeden benzin alalım dedik (düşük vergiler nedeniyle benzin ucuz). Ama bunu sanırım herkes yaptığı için benzin istasyonu olması gereken yerde bir benzin süpermarketi vardı. Otomobil ve kamyon için olan benzin depoları birbirinden farklıymış, ben de yanlışlıkla kamyonlar için olanına girdim, geri de dönüş yokmuş. Neyse, bir sonrakinden alırız artık derken ülke bitti, benzin alamadığımızla kaldık.

Berlin: Aslında 2 sene önce yine bir mayıs tatilinde Berlin’e gitmiştim, hatta şu yazımda da anlatmıştım bunu. Son gittiğimden bu yana Berlin’de çok fazla değişen bir şey yok. Olumlu olarak artık Reichstag (Parlamento binası) içinde elektronik rehber (Audioguide) veriliyor, dil seçenekleri arasında Türkçe de bulunuyor hatta. Onun dışında kaldığımız yer biraz dandikti, temizdi ama nem kokuyordu. Bir de akşam yemeği için oturduğumuz Konyalı Restoranı’nda (Türkiye Konyalı ile yazıtipleri falan aynı ama tahminen birbirleriyle alakaları yok) epey uzun bir süre bekledikten sonra yanlış yemek geldi, sonradan garsonlardan birinin birkaç gün önce işten ayrılmış olduğunu öğrendik, tek kalan diğer garson masalara yetişemiyordu, neyse ki hatalarının farkına varıp künefe ikramında bulundular. Son olarak Nürnberg’de evden çıktıktan birkaç dakika sonra yerdeki su birikintilerine basıp çorabımın ıslandığını fark etmiştim. Hayatımda ilk defa ayakkabının topuğunu yürümekten aşındırıp delmişim. Berlin’de ayakkabı değişikliği yaptım ben de.

Dresden: Beklediğimden güzel bir şehir idi. En başta misafirhaneyi bulmakta biraz zorluk çektik, misafirhanenin bulunduğu caddede durağı olan tramvay bizi caddenin otele 3 km uzağında olan diğer ucunda bıraktı, yolun yarısında otobüse bindik. Ama şehrin o kısmını da görmüş olduk böylelikle. Bir de misafirhane de süperdi. Çatı odasını vermişler bize, yastıkların tam üzerindeki çatı penceresinden gökyüzü ve yıldızlar eşliğinde uykuya daldık. Ayrıca belki diğer şehir rehberlerine girmemiştir diye yazma gereği duyuyorum, birkaç ay önce müzelerinde Osmanlı ordusu ile ilgili bir kalıcı sergi açılmış. Zamanının Saksonya kralı Osmanlı hayranı imiş. Gerek 2. Viyana Kuşatması’nın ardından gelen yenilgilerden kalan ganimetler, gerekse ekstra satın almalar sonucunda hatırı sayılır büyüklükte bir koleksiyon oluşmuş. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce birkaç yüzyıl sergilenen eserler, savaşın başlamasıyla beraber depolara kaldırılmış ve ancak birkaç ay önce kapsamlı bir restorasyonun ardından tekrar sergilenmeye başlanmış. Elektronik rehberde yine Türkçe ihmal edilmemiş. Sunuş biçimi açıkçası Topkapı Sarayı’nın öğrenmesi gereken birkaç şey olduğunu düşündürüyor. Sergi ile ilgili daha fazla bilgi almak isteyenleri şuraya ve buraya alalım. Bu arada Türkçe demişken eski doğu Almanya’da bulunması nedeniyle pek Türk’e rastlamayacağımı biliyordum ama yine de bu kadar az dönercili bir Alman şehrine rastlamak yine de şaşırtıcı.

Bir gezi mevsimini daha arkamızda bıraktık. Bundan sonra yıl sonuna kadar yarım gün daha resmi tatilimiz var, onu da tepe tepe kullanmak lazım.

Ivır zıvır , , , , , , , ,

Bir Tatilin Daha Ardından

Pazar, 11 Nis 2010

1 Nisan öğleden sonra çıktığım tatilimi bugün bitirdim ve Nürnberg’e geri döndüm. İstanbul – Çeşme – Nazilli merkezli bir tatil yaptım bu sefer. Ben yine baştan başlayayım (twitterdaki son iki mesajımın da detaylı bir açıklamasını yapmış olayım böylece):

Almanya’dan çıkarken pasaportum kontrol edilmedi desem yeridir. Alman oturma iznim sınırlı; hem şehir, hem de şirket sınırlamaları var, yani belirtilen şehirler ve şirketler dışında herhangi bir yerde çalışmam mümkün değil. Her bir Alman oturma izni pasaportta 2 sayfa yer kaplıyor. Vizenin ilk sayfasında standart bir Alman oturma izni, ikinci sayfasında da sınırlamaları içeren, Alman kanunlarına atıfta bulunan bir resmi yazı bulunmakta. Sorun şu ki, Almanya’ya geldi geleli ben bu izni 2 defa değiştirmek durumunda kaldım (ya da 3 müydü?). Birinde çalışma yerim, diğerinde de evopro Macaristan’dan evosoft Almanya’ya geçmeme bağlı olarak atıfta bulunulan bir kanun değişti. Eski oturma izinlerine de “Geçersiz” damgası basıldı. 2 önceki cümlede pasaportla ilgili bir ipucu daha var, o da bir süre Macaristan şirketine bağlı olarak çalışmam. Bunun için de 2 farklı oturma ve çalışma iznim bulunmakta. Bunların dışında daha Almanya’ya çalışmaya gelmeden önce aldığım 2 Schengen vizesi ve geçen seneki ABD gezisi sebebiyle aldığım vize de pasaportumda yer kaplayan ekstra sayfalar. İşin diğer bir komik tarafı ise vizelerin bulunduğu sayfaların da tamamen karışık olması. Pasaportunuzda vizenin bulunacağı sayfa tamamen vizeyi veren memurun inisiyatifinde, canının istediği sayfaya yapıştırıyor vizeyi.

Her zamanki gibi çok uzattım :). Sonuç olarak elimdeki pasaportu herhangi bir görevliye verdiğimde geçerli vizenin sayfasını uçuş kartı vb. ile kitap ayracı misali işaretlemediysem görevlinin vize karmaşasının içinden çıkması epey uzun sürüyor. Sabah hatta aynı şey benim de başıma geldi. 2,5 saatlik bir uykudan olacak, geçerli vizeyi ben de bulamadım bir süre. Az daha Almanya’yı arayıp oradan doğrulatacaklardı da son anda buldum. Sonrasında pasaport kontrolünde de görevli polis pasaport fotoğrafımın üzerindeki soğuk damgayı beğenmedi, epey bir kurcaladı, bu arada da kendisiyle admin şifresi kırma ve yaban tv hakkında sohbet ettik. Bütün bunların yanında 2 güvenlik kontrolü de sırt çantamdaki otelden aşırdığım dikiş setinin iğnelerini gözden kaçırdı (normalde bildiğim kadarıyla yanıma alamıyor olmam lazım). Ben de unutmuştum onun orada olduğunu, inince fark ettim.

Tatilim iyi geçti bu sefer, gerçi her tatilde olduğu gibi bu da kısaydı, yapılacaklar da aksine çoktu. Bundan sonraki tatilim İrem (kardeşim) ile Mertcan’ın (nişanlısı) düğünlerinden bir hafta önce başlayacak. O zamana sıkıştırmamak için düğünde giyeceklerimi aldık ilk iki gün. İlk olarak İstanbul’a inmemin sebebi de buydu zaten. Daha sonra bizimkiler sağolsun, ailecek bir tatil yapalım diye düşünmüşler. O yüzden 2 gün boyunca Çeşme’deydim. Kafaca dinlendim, yüzerken biraz abarttım bir ara, o yüzden hamlamışım, birkaç gün ağrıdı her yerim. Daha sonrasında da genelde Nazilli’deydim. İrem’in eczanesinin açılmasında biraz yardımım dokundu, alınacak 2 bilgisayardan elimize ulaşan ilkinin işini hemen hemen bitirdim, bir de kaşla göz arasında iremeczanesi.net i aldım, İrem’e oradan mail hesabı açtım, çok havalı oldu :).

Tatil aşağı yukarı böyleydi, bitmese iyiydi…

Ha bu arada en son yazımdan bu yana epey yazacak konu (ürün incelemesi de denebilir) çıkmıştı aslında ama şimdi buraya sıkıştırmak istemedim. Onlar da kısmetse bir sonraki yazıya…

Ivır zıvır , , ,

Neler Oluyor – Ocak 2010

Salı, 12 Oca 2010

Uzun süreli bir ihmalin ardından yine karşınızdayım efendim. Arada gönderdiğim Windows Embedded CE ile ilgili yazılarımı saymazsak 2 aydan fazla bir zaman geçmiş son yazımın üzerinden. Tabii yine boş durmadım, bu süre içinde birçok şey yaptım, çoğunu da unuttum :). Aklımda kalanlar şöyle:

Selinle birlikte İspanya’ya gittik. 24 Aralık’ta Münih’ten başlayan yolculuğumuz, sırasıyla Barcelona, Sevilla, Cordoba, Granada, Valencia, Madrid ve tekrar Barcelona duraklarına uğradıktan sonra 5 Ocak’ta Nürnberg’de bitti. Aslında geziyle ilgili anılarımı sıcağı sıcağına yazmak isterdim ama daha fotoğrafları bile istediğim gibi düzenleyemedim. Gezi yazısı o yüzden yalan olabilir. Birkaç küçük tatsız olay dışında çok güzel bir gezi olduğunu rahatlıkla yazabilirim. Zaten o küçük olaylar tadımızı kaçıracak seviyede değildi. Denizin ve narenciye kokulu ılık kış havasını büyük bir mutlulukla içime çekmiş olmam bile geziye güzel demek için yeter de artar aslında. Gezi yazısı yazamama ihtimaline karşılık birkaç cümle daha yazayım buraya: Efendim booking.com, kayak.com ve ryanair.com bu gezinin hazırlığında çok büyük bir rol oynadılar, sitelere ve arkalarındaki kişilere buradan teşekkürlerimi gönderiyorum. Onun dışında bir gezi klasiği haline getirdiğim Lonely Planet, yine işini hakkıyla yerine getirdi. Bu kulvarda başka kitap önerilerinizi de yorum olarak beklerim, özellikle de Türkçe iseler. Tomtom da telefon GPS sinyallerini aldığı sürece çok yardımcı oldu, bizi elimizde haritalarla sokak adı arama zahmetinden büyük ölçüde kurtardı. Yalnız Google Maps’e olan inancım sarsıldı. Zaten yurtdışında pahalı olan interneti kullanmak istemediğimiz için pek açmadık kendisini. Ancak bir yer ararken Tomtom’un çaresiz kaldığı durumlarda kullanıyorduk. Ancak maalesef bir seferinde olmayan bir yeri haritada varmış gibi göstererek bizi kilometrelerce süründürdü. Sizin de aklınızda olsun, gözü kapalı güvenmeyin bu programa. Yeri gelmişken bu uygulamanın geliştiricilerine de seslenmek istiyorum: Artık bir çevrimdışı sürüm bekliyoruz sizlerden. Biliyorum, Google Maps’in çalıştığı birçok telefon, aylık internet sözleşmeleri ile birlikte kullanılıyor. Yine biliyorum ki Amerika’da harita ve işletme bilgilerini internetten indirmek bu nedenle hiç sorun değil. Yalnız bu anlaşmalar sadece içinde bulunulan ülke sınırlarında geçerli olduğundan Avrupa’da işler değişiyor. Yurt dışına çok kısa yolculuklar ile geçmek mümkün. Yurt dışındaki veri kullanım anlaşmaları epey pahalı olduğu için istesek de kullanamıyoruz programınızı. Neyse, gezi ile ilgili son bir şey yazıp bu konuyu kapatayım: Türkler her yerde… Barcelona’da oturduğumuz ilk mekanda arkamızdaki masada, kaldığımız hostelde, sokakta, maçta ve daha başka birçok yerde Türklere rastladık. Dönercilerimiz de oraya kadar yayılmış. Hatta yandaki fotoğraf Valencia’dan…

Twitter’a merak saldım. www.twitter.com/eminsenay a hepinizi beklerim. Esasen ilk amacım tatilde nerede olduğumuzu, neler yaptığımızı kısa kısa aileme iletmekti, bunda da yeterince başarılı oldu. Ama daha sonra blogda uzun yazılar yazmaya üşendiğimi, ama twitter’da kolaylıkla şakıyabildiğimi fark ettim. Bu yüzden buna devam edeceğim. Hatta bir WordPress eklentisi bulup blogumla twitter’ı nasıl birlikte çalıştırabilirim diye de düşünmeye başladım. Yakınlarda sitede bir güncelleme yaparsam sebebi bundan olacak.

Fotoğrafları düzenlerken ilk defa Picasa’yı kullandım. Picasa’yı daha önce birkaç kere denemiştim, ama kendisiyle bu kadar haşır neşir olmamıştım açıkçası. Özellikle de yüz tanıma özelliğini çok sevdim. Her ne kadar yana eğimli yüzleri tanıyamasa da bu özellik oldukça başarılı ve bir o kadar da eğlenceli. Bir de Facebook ile tam bir entegre olabilseler çok güzel olacak. Hatta aklımdakini yazayım da belki biri uğraşır: Şimdi efendim Picasa’daki yüz tanıma özelliği insanların yüzlerini buluyor. Hatta daha da güzeli yüzlerin altına isimleri yazdığınızda aynı kişiye ait diğer yüzleri de etiketliyor. Ama buradaki sorun isim yazma olayı. 2004’ten beri çekilmiş fotoğraflarımı programa eklediğimde, yazılmayı bekleyen yüzlerce isim çıktı ortaya. Bu isimlerin büyük çoğunluğu da Facebook’ta en az birkaç fotoğrafı etiketlenmiş olan arkadaşlarım. Hani bir eklenti olsa, bu eklentiye Facebook hesap bilgilerinizi verseniz, o da otomatik olarak arkadaşlarınızın Facebook’taki fotoğraflarını ve fotoğraflardaki işaretlenmiş yüzleri, diğer çevrimdışı albümlerinizdeki kişileri tanımak için kullansa süper olmaz mı? Aslında ilk olarak bunun daha ilkeli de iş görür. Nasıl Facebook’ta kişiyi etiketlerken birkaç harf yazdığınızda arkadaş listenizden otomatik tamamlama yapılıyor, Picasa’da da aynı özellik var. Bu ilkel eklenti en azından Facebook arkadaş listenizi Picasa’ya otomatik eklese de bütün arkadaşlarınızı Picasa’ya teker teker eklemekten kurtulsanız o bile çok yardımcı olur.

Ivır zıvır , , , , , , ,

Mayıs Ayı Tatilleri – Berlin ve Hamburg

Perşembe, 22 May 2008

Uzun bir aranın sonunda tekrardan yazı yazma işine zaman ayırabildim sonunda. Bugün tatil Almanya’da. Mayıs ayinin 3. ve son resmi tatilindeyiz. “Oha” ünlemlerini şimdiden duyuyor gibiyim, o nedenle hemen yazayım bundan sonraki ilk resmi tatil 3 Ekim’de. devamını oku…

Ivır zıvır , ,

Venedik, Floransa, Pisa

Perşembe, 03 Nis 2008

2 hafta önceki 4 günlük Paskalya tatilini fırsat bilip bir gezelim dedik arkadaşlarla. Planlar yapıldı, oteller ayarlandı. Her ne kadar kilometre olarak 4 günde biraz çok yol alacak olsak da bu bizim ve 2 kahraman şoförümüzün gözünü korkutmadı. Perşembe öğleden sonra çıktık yola, Necip ile Münih’e gittik trenle. Orada Karlsruhe grubundan Buğra ve Erdem ile buluştuk.

devamını oku…

Ivır zıvır , , , , , ,

Neuschwanstein

Cuma, 07 Ara 2007

Neuschwanstein TepedenHafta sonu Karlsruhe ve Nürnberg grubu olarak 8 kişi toplanıp Füssen’e gidelim, oradan Neuschwanstein ve Schwangau kalelerini görelim, bir yandan da kafa dağıtalım dedik. Aslında ne yalan söyleyeyim, dünyanın en ünlü kalesi olduğu söylense de Neuschwanstein kalesini pek bilmiyordum, sadece birkaç sefer arkadaşlardan duymuştum. Sözü edilen kaleye bir ara gitmeyi istiyordum ve bu geziyi arkadaşlarla yapmak istiyordum, çünkü biliyorum ki ben oraya tek başıma hayatta gitmem, üşenirim. Ama bana kalacak olsa bu geziyi başka bir hafta sonu yapardık. Evi toparlayıp, hafta içi uykusuz kaldığım günlerin acısını çıkaracak, yeni aldığım ses sistemi ile müzik dinleyecek ve sessiz sakin bir hafta sonu geçirecektim. Neyse, olaylar gelişti ve çok güzel bir hafta sonu tatili yapmış olduk. Şimdi biraz daha başa dönelim, biraz daha geziyi anlatayım:
Buluşmanın yine olabildiğince plansız bir şekilde yapılmasına dikkat ettik 🙂 , çarşamba günü kimse hafta sonu için bir yerlere gideceğini bilmiyordu. Her şey yine Buğra’nın başının altından çıktı. Sözde kendisi hafta sonu Roma’ya gidecekti ancak ulaşım işçilerinin çarşamba günü karar alarak cuma günü grev yapacağını söylemiş olmaları uçuşunu iptal ettirmesine neden oldu. Hafta sonu için boşlukta kalınca “O zaman ben de Neuschwanstein’a giderim.” demiş, sonra olaylar gelişti zaten. (Aslında tam olarak her şey böyle olmadı ama buraya Buğra’nın süper talihsizlik serüvenini ve bu gezinin onun sonucu olduğunu yazmayacağım 🙂 )

Necip ve Buğra sağolsunlar orada bir hostelde 2 oda ayarladılar, biri 5, diğeri 4 kişilik. Cumartesi sabahı yola çıktık ve 3,5 saatlik bir yolculuğun ardından Füssen’e geldik. Buradaki ilk sürpriz bizi yerde karların karşılaması oldu. İnce bir beyaz örtü, Alplere ve Füssen’e çok yakışmıştı. Sürprizlerin ikincisi ise hostel sahibinin Türk olması idi. LA (Lahdo Algül) House oraya gidenler için gönül rahatlığı ile kalınabilecek bir mekan, ayrıca süper kahvaltısı da kaçmaz.

Cumartesi günü Schwangau kalesini gördük. Çok fazla vaktimiz olmadığı için ancak o gün bir kaleyi görebilecektik, biz de güzeli sonraya bırakmak istedik. İyi yapmışız. İlk gezdiğimiz kale, diğerinin yanında bonus olarak görülebilecek bir mekan. İkinci gün Neuschwanstein kalesine çıktık. Kar yağmış olduğu için tuz atmadıkları, kayma riski olan her yeri kapatmışlar. Ancak barikatları pek umursamadık ve orman içinden kaleye giden yolu tercih ettik. Sonra da bu barikatların ve uyarıların yaşlı Japon turistlerin başına bir şey gelmesin diye konmuş olduğunu fark ettik, çünkü bizce gayet normal bir yoldu 🙂 . Kaleyi gezdikten sonra uzaktan çok güzel bir kale manzarası olan köprüye de gitmek istedik, yine barikatları aştık, köprüye gittik. Arkamızdaki Japon turistleri hareketimizle cesaretlendirmiş olacağız ki dönüp baktığımızda bir güruhun bizi takip etmekte olduğunu gördük (tamam, abarttım 7-8 kişilerdi). Köprüye geldikten sonra da orada durmadık, devam ettik ve karşıdaki dağa tırmandık. Önden giden Buğra ve Necip, aslında tırmanmaya gerek olmadığını, zaten yanda bir patika yol olduğunu biz o kadar tırmanıp yanlarına geldikten sonra söyledi. İlk başta salaklığımıza gülsek de patika bir yolun olması bizim için iyi oldu, çünkü çıktığımız yoldan inmek baya zor olacaktı.

Böyle bir hafta sonu tatili geçirdim. Fotoğrafları görmek için buraya tıklayabilirsiniz [Edit: Eskiden tıklayabilirdiniz, fotoğraf galerisini uçuralı beri artık tıklayamıyorsunuz]..

Ivır zıvır , , , , , , ,