2010 Bahar Gezileri
Almanya’da yılın en bol tatilli zamanını geride bıraktık. Mayıs başı ile haziran başı arası 3 gün tatil oluyor burada. Bu 3 günün ikisi perşembe, biri de pazartesi günleri yapılıyor İsteyen daha önceki fazla mesai saatlerini kullanarak, isteyen de cuma günü tek günlük izin alarak uzun haftasonu tatilleri elde edebiliyor. Sonuç olarak toplamda iki kere 4 günlük, bir kere de 3 günlük bir tatil çıkıyor ortaya.
Ben de bu sene geçtiğimiz cumayı fazla mesailerimden düşerek tatil ilan ettim. 22 – 24 Mayıs arasındaki 3 günlük tatilde ve bunda iki farklı şehir gezisi yaptık. Gezilerin ilki Brüksel, Brügge ve Lüksemburg, ikincisi ise Berlin ve Dresden’e idi. Neden diye soranlara 2 farklı cevabım var: İlk gezinin o şehirlere yapılmasının sebebi Buğra’nın Avrupa’da büyük şehirlerden sadece Brüksel’i görmediğini söylemesi idi. Hazır Brüksel’e gitmişken 100 km uzaklıktaki Brügge’ü de görelim dedik. Dönüş yolunu da Lüksemburg üzerinden geçecek şekilde ayarladık. Burada ilk geziyi araba kiralayarak ve 3 şoförle yaptığımızı da yazmam gerekiyor. İkinci gezi de Selin’in şehir gezisi isteği sonucu şekillendi. Bir süre önce bu tatil için Berlin ve Dresden’e gidebiliriz demiştim ama daha sonradan cayar gibi oldum. Yanıma diğer şoförleri alabiliyor olsam amaç aslında kendimi Akdeniz kıyılarına atmaktı ama diğer şoförler caydı, uçakla hazır deniz gezisi paketleri de hem pahalıydı hem de Selin’in vetosuna takıldı. O nedenle yine en baştaki plan olan Berlin ve Dresden’e geri döndük.
Gezilerden de kısaca bahsedeyim, hatta şehir şehir yazayım:
Brüksel: 2004’te ailecek gittiğimiz gün resmi tatilleri vardı, akşam şansımıza büyük bir havai fişek gösterisine tanık olmuştuk. Bu sefer de çeşitli grupların bulunduğu bir geçit törenine şahit olduk. Farklı yaş gruplarından farklı kimseler, değişik maske ve gösterilerle şehirde yürüyorlardı. Bu sefer de böyle bir şeye denk geldiğimden “bu adamlara her gün mü bayram acaba?” diye düşünmedim değil. Bir de otel şansımıza Türk mahallesindeydi, herkes Kreuzberg’in tam Türk mekanı olduğunu söyler, ama orası Türk mekanıysa Brüksel’deki Türk mahallesine Türkiye’den bir şehir dememiz gerekir herhalde. Gece 11’de açık market bulabilmemiz bunun bir kanıtı olabilir mesela.
Brügge: Güzel bir şehir, güzel bir bahar günü geçirmek için iyi bir alternatif. Kanallar sebebiyle kendine özgü bir havası var şehrin. Belçika genelini ilgilendiriyor gerçi ama buraya yazayım: Adamların çikolatasına hiçbir sözüm yok, cidden işlerini biliyorlar. Patates kızartması konusunda da iyiler, zaten “French Fries” lafı 2. Dünya Savaşı’nda Fransızca konuşan Belçikalıların patates kızartmalarından geliyormuş. Ancak waffle konusunda aynı şeyi söylemek güç. Onun yerine Güneş’ten ya da Ab’bas’tan yeyin waffle ınınzı, Belçika’dakiler ağır oluyormuş.
Lüksemburg: Dağ başında bol yeşillikli bir şehir. Tek meydanı bile birkaç restoran alabilecek büyüklükteydi, insanlar da zaten oraya toplanmış, başka yerlerde in cin top oynuyordu. Ha bir de dağı oyup savaşlarda orada saklanmışlar ama şu an müze olan sığınaklara girmedik, öğle yemeği ve biraz dolaşmanın ardından devam ettik yolumuza. Almanya’ya girmeden benzin alalım dedik (düşük vergiler nedeniyle benzin ucuz). Ama bunu sanırım herkes yaptığı için benzin istasyonu olması gereken yerde bir benzin süpermarketi vardı. Otomobil ve kamyon için olan benzin depoları birbirinden farklıymış, ben de yanlışlıkla kamyonlar için olanına girdim, geri de dönüş yokmuş. Neyse, bir sonrakinden alırız artık derken ülke bitti, benzin alamadığımızla kaldık.
Berlin: Aslında 2 sene önce yine bir mayıs tatilinde Berlin’e gitmiştim, hatta şu yazımda da anlatmıştım bunu. Son gittiğimden bu yana Berlin’de çok fazla değişen bir şey yok. Olumlu olarak artık Reichstag (Parlamento binası) içinde elektronik rehber (Audioguide) veriliyor, dil seçenekleri arasında Türkçe de bulunuyor hatta. Onun dışında kaldığımız yer biraz dandikti, temizdi ama nem kokuyordu. Bir de akşam yemeği için oturduğumuz Konyalı Restoranı’nda (Türkiye Konyalı ile yazıtipleri falan aynı ama tahminen birbirleriyle alakaları yok) epey uzun bir süre bekledikten sonra yanlış yemek geldi, sonradan garsonlardan birinin birkaç gün önce işten ayrılmış olduğunu öğrendik, tek kalan diğer garson masalara yetişemiyordu, neyse ki hatalarının farkına varıp künefe ikramında bulundular. Son olarak Nürnberg’de evden çıktıktan birkaç dakika sonra yerdeki su birikintilerine basıp çorabımın ıslandığını fark etmiştim. Hayatımda ilk defa ayakkabının topuğunu yürümekten aşındırıp delmişim. Berlin’de ayakkabı değişikliği yaptım ben de.
Dresden: Beklediğimden güzel bir şehir idi. En başta misafirhaneyi bulmakta biraz zorluk çektik, misafirhanenin bulunduğu caddede durağı olan tramvay bizi caddenin otele 3 km uzağında olan diğer ucunda bıraktı, yolun yarısında otobüse bindik. Ama şehrin o kısmını da görmüş olduk böylelikle. Bir de misafirhane de süperdi. Çatı odasını vermişler bize, yastıkların tam üzerindeki çatı penceresinden gökyüzü ve yıldızlar eşliğinde uykuya daldık. Ayrıca belki diğer şehir rehberlerine girmemiştir diye yazma gereği duyuyorum, birkaç ay önce müzelerinde Osmanlı ordusu ile ilgili bir kalıcı sergi açılmış. Zamanının Saksonya kralı Osmanlı hayranı imiş. Gerek 2. Viyana Kuşatması’nın ardından gelen yenilgilerden kalan ganimetler, gerekse ekstra satın almalar sonucunda hatırı sayılır büyüklükte bir koleksiyon oluşmuş. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce birkaç yüzyıl sergilenen eserler, savaşın başlamasıyla beraber depolara kaldırılmış ve ancak birkaç ay önce kapsamlı bir restorasyonun ardından tekrar sergilenmeye başlanmış. Elektronik rehberde yine Türkçe ihmal edilmemiş. Sunuş biçimi açıkçası Topkapı Sarayı’nın öğrenmesi gereken birkaç şey olduğunu düşündürüyor. Sergi ile ilgili daha fazla bilgi almak isteyenleri şuraya ve buraya alalım. Bu arada Türkçe demişken eski doğu Almanya’da bulunması nedeniyle pek Türk’e rastlamayacağımı biliyordum ama yine de bu kadar az dönercili bir Alman şehrine rastlamak yine de şaşırtıcı.
Bir gezi mevsimini daha arkamızda bıraktık. Bundan sonra yıl sonuna kadar yarım gün daha resmi tatilimiz var, onu da tepe tepe kullanmak lazım.