Emin Şenay


Venedik, Floransa, Pisa

2 hafta önceki 4 günlük Paskalya tatilini fırsat bilip bir gezelim dedik arkadaşlarla. Planlar yapıldı, oteller ayarlandı. Her ne kadar kilometre olarak 4 günde biraz çok yol alacak olsak da bu bizim ve 2 kahraman şoförümüzün gözünü korkutmadı. Perşembe öğleden sonra çıktık yola, Necip ile Münih’e gittik trenle. Orada Karlsruhe grubundan Buğra ve Erdem ile buluştuk.

Arkadaşların Karlsruhe’den kiraladıkları araba ile yola devam ettik, gece 2 gibi Venedik’teki otelimizdeydik. Aslında daha erken varacaktık ama GPS cihazı maalesef otelin adresini yanlış gösterdi. Gerçek adrese yaklaşık 2 km mesafede olmamıza rağmen otelin şehir dışında olması, gecenin bir yarısında Venedik’e varmamız nedeniyle ortalıkta soracak kimsenin olmaması ve resepsiyondaki bayanın İngilizce bilmemesi gibi sebeplerle en az yarım saat oteli aradık. Neyse ki sonra bulabildik de hemen yattık uyuduk. İlk maceramız buydu. İkinci macera Buğra’yı odaya sokmaktaydı, zira Buğra geziye son gün dahil olduğundan otel rezervasyonunu daha önce 3 kişilik yapmıştık, ayrıca ne yakınlarda başka bir otel, ne de bizim otelde başka boş yer vardı. Neyse, bir şekilde Buğra içeri girdi. İlk gün küvetin çok rahat olacağını iddia ederek orada yatsa da ertesi gün bel ve sırt ağrıları kendisini akıllandırdı, yere battaniye falan serdi de rahat rahat uzandı. Şansına Floransa’da 4 kişilik odayı 3 kişi kiralamıştık, kimse gelmeseydi 1 yatak boş kalacaktı. Buğra gelince artık en azından son 2 gününü rahat geçirecek diye düşünmüştük. Birazcık yanlış düşünüyormuşuz. Buğra’nın gezinin 2. günü pasaportunu unuttuğunu fark etmesi gezinin heyecan dozunu biraz daha arttırdı. Geri dönme ya da geziye devam etme gibi kritik bir karar verildi o gün. Sonuçta herhangi bir sıkıntılı durumda biz çok fazla etkilenmeyecektik, o nedenle seçimi Buğra’ya bıraktık, o da devam deyince geziye devam ettik. Şansımıza kimse kimlik sormadı da bir problem olmadı. Ama yine de Floransa’daki hostele de gizli saklı sokmak durumunda kaldık kendisini, zira 4. kişi olarak rahat rahat içeri girebilmesi için hostele giriş esnasında kayıt olması, bu iş için de pasaportunu yanında bulundurması gerekiyordu.

Neyse, bu enteresan maceralardan sonra tekrar geziye döneyim: Venedik süper bir yer. Daha “çok gezenler” grubuna girecek kadar çok yer görmedim ama şu ana kadar gördüğüm yerler arasında kendisini başka bir klasmana koyuyorum, herhangi başka bir şehirle karşılaştırılmamasını öneriyorum. Şehirde gezin, bol bol yürüyün, kaybolsanız da önemli değil, nasılsa bulursunuz bir şekilde yolunuzu. Aslında şehirde kaybolmadan gezmek ayrı bir hüner istiyor. Ancak bu hüner 4. level Ranger olan Buğra’da fazlasıyla mevcut. Kendisine bir harita ve bir de nerede olduğumuz bilgisi verilince en yakın restoranı, otelleri, gezilecek görülecek yerleri söyleme ve hatta bizzat götürme yeteneğine sahip. Bize yani sadece gezmek ve şehri yaşamak kaldı. Uzun bir zaman sonra mideye artık gına getiren Alman yemeklerindense İtalyan yemeklerinin girmesi de ayrı bir pozitif etki yaptı bünyede. Bu arada sadece pizza ve makarnadan bahsetmiyorum tabii ki, sabah kahvaltıda yediğim dürümün, hatta Almanya’da yediğim yemeklerin aynılarının (balık falan) bile tadı çok daha güzeldi. Alman yemekleri (yemek denirse onlara tabi) ayrı bir yazı konusu, o yüzden geçiyorum şimdilik bu konuyu.

Venedik’ten sonra gittiğimiz Floransa’da da grupça aydınlandık. Tabii ki aydınlanacaktık, Rönesans’ın doğduğu şehirdeydik sonuçta… Özellikle Erdem’in Carpaccio konulu seminerleri çok ilgi çekiciydi, o sıralarda yakınımızda bulunanlar da bunları ilgi ile seyretti. Müzeleri, Davud heykelini ve onca tabloyu söylemeye zaten gerek yok. O kadar sıra bekledik ama değdi. Gerçi beklemek Necip Karakaş’a yakışmadı ama zorunlu olunca o da bekledi. Aslında paraya kıyıp rezervasyon yaptırmak ve hiç sırada beklemeden içeri girmek çok daha mantıklı, tekrar gidersem kesin rezervasyon yaptırıp giderim. Yağmurun altında gezmiş olsak, şemsiyelerden şehri tam olarak seyredemesek de şehrin kendisi de görülmeye değerdi.

Floransa’ya geldiğimiz günün ertesi akşamı Pisa’ya gittik kulesini görmek için. Anladığım kadarıyla Pisa, turistlerin sadece gündüz günübirlik geldiği bir yer. Zaten Floransa’dan 80 km kadar uzaklıkta, onun için gezi grupları muhtemelen Floransa’dan birkaç saatliğine gelip sonra geri dönüyorlar. Biz akşam hava karardıktan sonra oradaydık, kule kaçmıyor diye önce bir yemek yedik, sonra gittik kuleye. Hemen hemen hiç kimse yoktu çevrede. Bunun verdiği rahatlıkla şebeklikte sınır tanımadık, eğik kuleyi tuttuk, ittik, biz de eğildik vs. Ha tabi noldu, kulenin içine girememiş olduk. Olsun, o kadar da önemli değil bence.

Sonuç olarak 4 güne süper bir gezi sığdırmış olduk, kendimizi tekrardan tebrik ediyorum. Gezi ile ilgili ekstralar aşağıda:

Harita

Fotoğraflar

Not: Budget’tan araba kiralamayın, ayaküstü kazıklayabiliyorlar. Arabayı Paskalya kampanyaları olduğu için Budget’tan kiralamıştık. Buradaki araba kiralama işleri arabanın klasmanı üzerinden yürüyor. Yani tam model yerine benzer araba modellerinin olduğu bir grup oluşturuluyor. Kiralayacağınız araba, kiraladığınız şubenin o an elinde bulunan arabaya göre bu gruptaki arabalardan biri olabiliyor. Biz de klasman olarak Audi A3 / BMW 1 Serisini seçmiştik. Hem fiyat uygunluğu, hem arabaların iyi olması bu kararı almamızı sağlamıştı. İnternet üzerinden arabayı kiralarken de “İtalya’ya gidiyorum” seçeneğini işaretlemiştik. Bu ve benzer ülke seçeneklerinin olmasının nedeni arabaların sigortaları ile ilgili. Genellikle İtalya ve Çek Cumhuriyeti’nin de içinde olduğu bazı ülkelere sadece belli markada arabalar veriliyor. Genellikle bu ülkelere Alman arabalarının gitmesine izin verilmiyor. Ancak bu seçeneği işaretleyip hala bu klasmanda bir araba kiralayacağımızı düşündüğümüz için bunu sorun etmedik. Halbuki sorun etmemiz gerekirmiş. Arabanın kiralanacağı an İtalya lafını duyunca daha önceden ayırmış oldukları Audi’yi bir anda “Bunu alamazsınız” diyerek geri çekmiş Budget çalışanları. O an ellerinde İtalya’ya gidebilecek tipte sadece Daihatsu’nun Sirion modelli 1300 cc bir araba varmış. Bizimkiler zorunlu olarak bu arabayı almayı kabul etmiş (Bu arada bütün bu yolu 1300 cc bir araba ile yaptık ya, tekrardan helal olsun şoförlerimize). Ancak adamlar kiralama zorunluluğumuzun olduğunu fırsat bilerek bu arabanın diğerleri ile ayni klasmanda olduğunu iddia ederek aynı parayı almak istemişler. Bizimkiler zorunlu olarak ona da “Peki” demek zorunda kalmış. Bu sorunun çok benzerini Sixt’ten Prag’a gitmek için araba kiraladığımız zaman yaşamıştık. O zaman da ayni klasmanı tercih etmiştik, ama bu klasmanda bir araba veremeyeceklerini söylediklerinde yerine aldığımız araba Ford Focus idi, ayrıca kirası da daha ucuzdu. Aşağıya A3 Sportback ile Daihatsu Sirion’un fotoğraf linklerini de koyuyorum. Bir bakın bakalım bunları aynı klasmana sokabilecek misiniz?

Audi A3 Sportback

Daihatsu Sirion